sayıklama...
Onursal Yakupoğlu


kalbin kanlı yollarından geçerek
uluyarak hiçliği
inime çekiliyorum
ses ve seda birbirine karışmış
melankolik sanrıların kurbanı beynim
dibe çekilmeyi muştuluyor
ben adı ölüm kokan göçebe
ben nefretin ürkek bekçisi
önündeyim yaşamın
titrektir mesafeler
gel deliliğin ateşten büyüsü
donat ruhumu boşluğunla
kurtar benliğimi çatışmadan
ölçüsü ol yaşamımın
savur at beni
kokusunu yitirmiş bir çiçek gibiyim
yolun beni
yolun sonunda da olsam
pembe kanatlarım kesiliyor birer birer 
uçuşlarım kin dolu
hep tetikte gözlerim
kendimi arıyorum ıssız sokaklarda
acıyı seçiyorum bile bile
nerede hüznün umut veren melekleri
nerede uçurumların
bir kayayım ben düşsem sarılacak dünya
ya bir düşüysem ötekinin
olsun
üşüyorum az kaldı
hazırla kendini dünya 
bir oyundayım
hilesizliği seçiyorum bile bile
bile bile kayıyorum uçurumlarından

 

düşüş hareketi...
Onursal Yakupoğlu


ağlayışlarımla çözülür tini gecenin
hangi intiharı soyunur bellek
kırıldıkça yücelir koza yürek
bakışların korkak geometrisi süzüş bırak
sadakatimdir düşlerimin yolcusu, ecem oysa
damarlarımdan akarak boyayan yoksunluğu
sözlerin dansı cellat aşktan arta kalıp da
bir sokak gibi gözleyen yaşamı
işte böyle meydanlarımda hırsızlığı yüzlerin
kan, susar zırhına kaygısız
dönüşün akrebi kulelerden attığım
gidilmeyene çağıran yelkovan
metanetin yerle bölüştüğü zaman
söktüğünde perdesini unutuşun
sezginin parmak uçları sonsuzlukta buluşacak
keder tohumlarını paramparça gözlerin çölünde
ey ketum uyku
ey düşüşün bulutları
öfkem yayılır toprağına gülüşün
ateşten sevdana susar yaşam
tutsak güllerin kanıyla öder hesabım, cinnetim
öyleyse yakın beni
bitmeyecek sefaletim

giyotine giderken...

 

 

Hart Crane’e

Onursal Yakupoğlu

ışığın yüzü kör yalnızlığımın çizdiği
söz bıçakları kanımı gövdeleyen
tragedyası çalınmış macbeth
çığlık kuşları tutsak havada dolanan
kin dizeleri bilemiyorum kimin kıyısında gözlerinin
ölüm kulaç kulaç tetikte
panik kokularını yayarak zevk yüklü
paslanan dillerden kaçar tiradsız
gülüşün tonları açılır
gölgesine şehir düşmüş kaçak yaşamın
bir kazadır keşfeden haykırmalar
camın buğusundan kayan damlanın intiharını
uçurtma saçlarım tanrının ipine bağlanmış
çocuk bacaklarına tırmanır dağ
inançtır serptiği çığ çığ yalnızlıklara
şiirle yücelir erken doğumu hiçliğin
çöllerimin mührüdür yılan sevişmeler
boşalır zehirler şiir dillerden
hiçbir el tutamaz günah taşını
hasret kalır coşkun başların
kan rengine
gök yüzünü saklar oysa bulutların makyajıyla
tanrıya bakmayı bilmeyen zavallı gözlerden
tükürür ceza yağmurlarıyla asla döndüren
ah o kutlu aşk!
madenlerini patlatan cevherdir
fenerleri parçalayan dalgalarıdır denizin
esrarlı kalp kanıyorsun içinde mermer bedenin
bıçaksız, kılıçsız, silahsız
salt düşünceyle
bırak çağırsın çarpıntın destanlarını aşkın
hüznün kanatları taşır seni çağlayanlarına cesaretin
ey ölüm güzelliğinle ağlat beni
çıkardığında biçim giysini
kefenim olacak son sözlerim

 

cellat...
Onursal Yakupoğlu


gözlerim dikendendir,
ağlamaklı özlemleri beklerim.
karanlıkta bestelerim müziğimi,
derinlikleri ister gülüşüm
"hem celladım hem de kurbanım" der şair.
celladım ben
ne esrik ne de özgürüm.
bataklığıma çekilirim kabuslar içinde.
günahların duluyum ben,
günahkarların lanetli tohumu.
sevdam toplamaktır kesilen başları,
hıçkırıklarımı duymaz hiç kimse
öpücüklerim yoktur
yalnızca beklerim.
unutuşun yüce tadını alırım.
beynim hortumdur
alır götürürüm önüme geleni
ben koca şehrin celladı
işsizim şimdi
çağ, tarih sildi kimliğimi.